Buddy
Sorunu sor hemen cevaplansın.
buddy teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı
- ahbap
Örnek Cümle:
Onu izlesen iyi olur, ahbap.
-You'd better watch it, buddy.
- lan/arkadaş
- dili arkadaş
- birader
- lan
- arkadaş
Örnek Cümle:
Acını hissediyorum, arkadaş.
-I feel your pain, buddy.
Örnek Cümle:
O benim eski içki arkadaşım.
-He's my old drinking buddy.
- ulan
- kafadar
- Dostluk kurmak, arkadaş olmak
- kardeş {i}
Örnek Cümle:
Büyük bir hata yaptın, kardeş.
-You made a big mistake, buddy.
- kanka
Örnek Cümle:
Neden kankam bir geri zekalı?
-Why is my buddy an idiot?
- individual
- (Hukuk) bireysel
Bireysel özgürlük, demokrasinin ruhudur.
-Individual freedom is the soul of democracy.
Bireysel özgürlüklere saygılı olmalıyız.
-We must respect individual liberty.
- Guy
- {i} adam
O araba satıcısı oldukça acayip bir adam.
-That car salesman was a pretty off the wall kind of guy.
Bu adamın ne düşündüğü hakkında hiçbir fikrim yok.
-I have no idea what that guy is thinking.
- guy
- herif
Hadi yakalayalım şu herifi.
-Come on let's catch that guy.
Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.
-You guys are totally clueless.
- person
- kişi
Kilo almak, kişisel gelişimin en kolay metodudur.
-Weight increase is the easiest method for personal development.
Japonya'ya gitmek istemeyi tercih etmemin sebebi onların çalışkan ve dürüst kişilikleridir.
-The reason I prefer to go to Japan is that the people in Japan are hardworking and have honest personalities.
- associate
- birleştirmek
- friend
- dost
Benim en iyi dostum bir kitaptır.
-My best friend is a book.
Gerçek dostluk paha biçilmezdir.
-True friendship is priceless.
- gentleman
- centilmen
O hiç centilmen değil.
-He is not at all a gentleman.
Onun davranışları bir centilmen tavrı değildir.
-His manners are not those of a gentleman.
- individual
- birey
Birey ne kadar gururlu olursa, ceza o kadar sert olur.
-The prouder the individual, the harsher the punishment.
Bireysel özgürlüklere saygılı olmalıyız.
-We must respect individual liberty.
- gentleman
- beyefendi
O mükemmel bir beyefendi.
-He is a perfect gentleman.
Sir Harold kibar bir İngiliz beyefendisi.
-Sir Harold is a fine English gentleman.
- partner
- ortak
İki adam iş ortaklarıydı.
-The two men were business partners.
Biz rakibiz, ortak değil.
-We're competitors, not partners.
- dude
- ahbap
Parti harikaydı ahbap.
-That party was great, Dude.
Biraz şarap içelim mi, ahbap?
-Are we gonna get some wine, dude?
- pal
- ahbap
Bana yardım ettiğin için teşekkürler, ahbap.
-Thank you for helping me, pal.
- kid
- çocuk
Çocukken pamuklu şekerin ve bulutların benzer olduklarını düşünürdüm.
-When I was a kid, I used to think that fairy floss and clouds were alike.
TV'nin çocuklar için kötü olduğunu düşünüyor musun?
-You think that TV is bad for kids?
- man
- insan
İnsanın iki ayağı vardır.
-The man has two feet.
Asya'da bir sürü insan vardır.
-There are many people in Asia.
- man
- erkek
Michael bir erkek adıdır ama Michelle bir bayan adıdır.
-Michael is a man's name but Michelle is a lady's name.
Odada kaç tane erkek çocuk var?
-How many boys are there in the room?
- boy
- {i} delikanlı
Bazı delikanlılar tenis oynar diğerleri futbol.
-Some boys play tennis and others play soccer.
Karthik bir delikanlıdır.O iyi bir delikanlıdır.
-Karthik is a boy. He is a good boy.
- friend
- {i} ahbap
- associate
- {i} iş arkadaşı
- friend
- {i} arkadaş
Beni seven bir arkadaşım var.
-I have a friend who loves me.
Üniversite arkadaşım terör karşıtı.
-My university friend is against terror.
- kid
- küçük çocuk
- boy
- {i} oğlan
Oğlana gönderilen mektupta ilginç bir öykü vardı.
-There was an interesting story in the letter to the boy.
Küçük oğlan hayvanat bahçesinde.
-The little boy is at the zoo.
- boy
- erkek çocuk
Tom ve arkadaşları sahilde oturdu ve erkek çocuklarının yüzmesini izledi.
-Tom and his friends sat on the beach and watched the boys swimming.
Ben erkek çocukların şarkı söylediğini duydum.
-I heard the boys singing.
- partner
- eş
Güvercinler ömür boyu aynı eşle kalırlar.
-Pigeons stay with the same partner for life.
Tom asla benim eşim değildi.
-Tom was never my partner.
- buddy system
- (Eğitim) eşleştirme sistemi
- buddy!
- be
- buddy list
- arkadaş liste
- buddy up
- Dostluk kurmak, arkadaş olmak
- buddy aid
- (Tıp) arkadaş yardımı
- buddy aid
- (Askeri) arkadaş ilk yardımı
- buddy aid
- (Askeri) ARKADAŞ İLK YARDIMI: Bir askere, bir başka asker tarafından yapılan ilk yardım. Ayrıca bakınız: "first aid" ve "self aid"
- buddy buddy
- {s} kafadar
- buddy buddy
- {s} sıkı fıkı dost
- buddy system
- (Askeri) KOORDİNE ÇALIŞMA: İki veya daha çok kişinin, belirli görevlerde, birbirlerini korumaları, birbirlerine yardımda bulunabilmeleri için birlikte çalışmalarını ve yakın bulunmalarını gerektiren bir çalışma
- individual
- özgün
- individual
- {s} birbirinden ayrı
Toplum ve birey birbirinden ayrılamazlar.
-Society and the individual are inseparable.
- associate
- {i} ortak
Şirket birleşmeler ve diğer fırsatlar üzerinde çalışmak için 25 yeni ortak ekledi.
-The firm has added 25 new associates to work on mergers and other deals.
Dan, ortaklarına yalan söyledi.
-Dan lied to his associates.
- mate
- arkadaş
Tom ve arkadaşları alemlere akıp zil zurna sarhoş oldu.
-Tom and his mates went on a pub crawl and all ended up pretty drunk.
Arkadaşlarını kendi istekleriyle seçmek istiyorlar.
-They want to choose their mates by their own will.
- friend
- koruyan kimse
- associate
- {i} öğretim üyesi
- friend
- have a friend at court mahkemede dayısı olmak
- pal
- arkadaş
Onun birkaç mektup arkadaşı var.
-She has a few pen pals.
Parayı arkadaşımla yarı yarıya paylaştım.
-I halved the money with my pal.
- individual
- {s} kişisel
Onun kişisel bir konuşma tarzı vardı.
-She had an individual style of speaking.
- kid
- küçük
Üç küçük çocuğum var.
-I have three young kids.
Küçük çocukları kaçıran insanlar hakkında duymak kanımı kaynatıyor.
-Hearing about people kidnapping little children just makes my blood boil.
- associate
- arkadaşlık etmek
- associate
- bağdaştırmak
- gentleman
- bey
Sir Harold kibar bir İngiliz beyefendisi.
-Sir Harold is a fine English gentleman.
İstasyonda güvenilir bir beyefendiyle karşılaştım.
-I met a certain gentleman at the station.
- guy
- {f} takılmak
Fransızca çalışıyor olmalıyım ama siz arkadaşlarla takılmak daha eğlenceli.
-I should be studying French, but it's more fun hanging out with you guys.
Tüm yapmak istediğim siz çocuklarla takılmak.
-All I want to do is hang out with you guys.
- individual
- fert
- fellow
- arkadaş
Kallben iyi bir arkadaştır.
-He was a good fellow at heart.
O gerçekten hoş bir arkadaş fakat ondan hoşlanmıyorum.
-He's quite a nice fellow but I don't like him.
- individual
- {s} özel
- kid
- {f} şaka yapmak
- kid
- kandırmak
- Friend
- (isim) Enis">(isim) Enis
- Friend
- (isim) Enise">(isim) Enise
- associate
- arkadaş
Tom gibi insanlarla arkadaşlık etmem.
-I don't associate with people like Tom.
- associate
- {s} birleşmiş
- associate
- bağlı olan
- fellow
- akademi üyesi
- friend
- {i} tanıdık
Onun birçok tanıdıklar ancak birkaç arkadaşı var.
-He has many acquaintances but few friends.
O, bir arkadaş değil ama bir tanıdıktır.
-He is not a friend, but an acquaintance.
- individual
- {s} şahsi
- individual
- {i} şahıs
- guy
- rezil etmek
- man
- yönetim
Bay Johnson dikkatsiz yönetimi nedeniyle kaybedilen para miktarı hakkında endişe ediyordu.
-Mr Johnson was concerned about the amount of money that was being lost because of careless management.
Ben bir yönetim danışmanıyım.
-I'm a management consultant.
- associate
- (Ticaret) meslektaş">(Ticaret) meslektaş
- associate
- yarı/muhabir üye
- associate
- (Ticaret) ticari şirket ortağı
- associate
- iş ortağı
O, benim iş ortağımdı.
-He was my business associate.
Tom sadece bir iş ortağı.
-Tom is just a business associate.
- associate
- (Ticaret) ortalı">(Ticaret) ortalı
- associate
- (Ticaret) ortaklık etmek
- associate
- (Ticaret) hukuki ortak
- associate
- ortaklık
- associate
- (Ticaret) ticari şirketin ortağı
- associate
- (Politika, Siyaset) ortaklık yapmak
- associate
- birliktelik kurmak
- associate
- ilişkilendirilmiş
- associate
- (Ticaret) katılan
- associate
- ilişkilendirme
Biz politikacıları iki yüzlülük ile ilişkilendirmek eğilimindeyiz.
-We tend to associate politicians with hypocrisy.
- associate
- (Ticaret) yasal ortak
- associate
- tabi
- associate
- (Ticaret) iştirak
Üç iştirakçi yeni bir şirket kuracak.
-The three associates will set up a new company.
- associate
- (Matematik) yandaş">(Matematik) yandaş
- associate
- (Ticaret) yardımcı
Dr. Hellebrandt bu mükemmel üniversitede yardımcı doçenttir.
-Dr. Hellebrandt is an associate professor in that excellent university.
- associate
- birlikte
- boy
- erkek genç
- boy
- ufaklık
- boy
- çocuk garson
- boy
- uşak
- boy
- kızan
- dude
- şehirden gelen tatilci, turist
- fellow
- üniversite öğretmeni
- fellow
- (Argo) genç adam
- fellow
- yakın arkadaş
- fellow
- herifçioğlu
- fellow
- emsal
- fellow
- (Argo) delikanlı">(Argo) delikanlı
- friend
- ayaktaş
- friend
- dostça davranmak
- friend
- yoldaş
- friend
- can
Tom Mary'nin o kadar cana yakın olacağını ummuyordu.
-Tom didn't expect Mary to be so friendly.
Erkek arkadaşım akıllı, yakışıklı, ve cana yakındır.
-My boyfriend is smart, handsome, and friendly too.
- friend
- yakın
Adanın sakinleri cana yakındır.
-The inhabitants of the island are friendly.
Konuşacak yakın arkadaşları yok.
-He has no close friends to talk with.
- guy
- adamcık
- guy
- ip
- guy
- vento
- guy
- halat
- guy
- alaya almak
- guy
- herifçioğlu
- guy
- gergi kablosu
- individual
- (Tıp) individual
- individual
- tekil
Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
-Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
- kid
- delikanlı
- kid
- genç
Ben genç bir çocukken annem bana hikayeler okurdu.
-My mother used to read me stories when I was a young kid.
Daha genç çocuklarla uğraşmayın.
-Don't pick on younger kids.
- man
- kimse
Mağazayı pek çok kişiye sordum, ancak kimse onu duymamıştı.
-I asked many persons about the store, but no one had heard of it.
Hiç kimse hatasız değildir.
-No man is without his faults.
- man
- kent çapında ağ
- man
- zevk
Neden odun kesmekten büyük zevk alan bu kadar çok insan olduğunu biliyorum. Bu aktivitede sonuçları hemen anında görürsünüz. -- Albert EINSTEIN
-I know why there are so many people who love chopping wood. In this activity one immediately sees the results. -- Albert EINSTEIN
Hayatım boyunca, tüm dünyada seyahat etmekten ve birçok farklı uluslarda çalışmaktan büyük zevk aldım.
-Throughout my life, I've had the great pleasure of travelling all around the world and working in many diverse nations.
- man
- el ile
El ile sürebilir misin?
-Can you drive manual?
- man
- koca
Rahip onları koca ve karı ilan etti.
-The priest pronounced them man and wife.
Bu adam benim kocam değil.
-This man is not my husband.
- man
- adam vermek
- man
- mide
Lütfen beni güldürme. Dün bir sürü mekik çektim ve mide kaslarım ağrıyor.
-Please don't make me laugh. I did too many sit-ups yesterday and my stomach muscles hurt.
Bir erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer.
-The way to a man's heart is through his stomach.
- man
- yeterince insan olmak
- mate
- (Askeri) ikinci süvari
- mate
- (Tıp) mate
- mate
- birbirine geçirmek
- your buddy
- (Bilgisayar) arkadaşınız
- gentleman
- {i} bay
O bir bayan olduğu için, bu yüzden o bir beyefendi.
-As she is a lady, so he is a gentleman.
Bay Hawk, kibar bir beyefendidir.
-Mr Hawk is a kind gentleman.
- person
- adam
Genç bir adam seni dışarıda bekliyor.
-A young person is waiting for you outside.
Tom sempatik bir adam.
-Tom is a likeable person.
- associate
- birleşmek
- associate
- düşünmek
- associate
- {f} ortak ol
- associate
- hakları sınırlı üye
- associate
- ortak çalışma arkadaşı
- boy
- Vay canına!
- boy
- Üf!
- boy
- Vay be!
Vay be, bu cümle de amma tantana kopardı.
-Boy, that sentence sure caused a kerfuffle.
- bud
- tomurcuklanmak
- bud
- gonca vermek
- bud
- tomurcuk
Çalı tomurcukları sonbahardan beri boyut olarak değişmedi.
-The buds on the bush have not changed in size since fall.
Ağaçlar tomurcuklanmaya başlıyor.
-The trees are beginning to bud.
- buddies
- arkadaşlar
Tom ve ben içki arkadaşlarıyız.
-Tom and I are drinking buddies.
Her hafta sonu Tom arkadaşlarıyla bir yerel barda bira içer.
-Tom drinks beer with his buddies at the local bar every weekend.
- dude
- züppe adam
- fellow
- benzer
- fellow
- hemcins
- fellow
- kişi
- fellow
- dost
Sami dostu olan itfaiyecilerle takılıyordu.
-Sami hanged out with his fellow fire fighters.
- fellow
- adam
Tüm hatalarına rağmen, o iyi bir adam.
-For all his faults, he is a good fellow.
Fred tembel bir adam.
-Fred is a lazy fellow.
- gentleman
- adam
Sen bir beyefendi ve bir bilim adamısın.
-You're a gentleman and a scholar.
Adamı örnek bir beyefendi olarak tanımladı.
-He described the man as a model gentleman.
- gentleman
- {i} kibar kimse
- guy
- {f} alay et
Bütün adamlar onunla alay ettiler.
-The guys all made fun of him.
- individual
- tek
Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
-Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
- individual
- individuallyayrı ayrı
- individual
- başlı başına
- individual
- {s} 1. her ... kendi ...: This decision will be up to the individual agencies. Bu konuda her acente kendi kararını verecek. The individual
- individual
- kişi
Onun kişisel bir konuşma tarzı vardı.
-She had an individual style of speaking.
Her kişi bir bireydir.
-Every person is an individual.
- individual
- insan
Her insan bir bireydir.
-Each human being is an individual.
- individual
- her ... kendi ...: This decision will be up to the individual agencies. Bu konuda her acente kendi kararını verecek. The individual
- kid
- (Aİ) (kardeş) genç olan
- man
- adam
Polis adamın peşinde.
-The police are after the man.
Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
-The old man was hard of hearing.
- Guy
- {i} tip
O, kolay pes eden bir tip değildir.
-He is not the sort of guy who gives in easily.
Barın önünde çok sayıda acayip kılıklı tipler takılıyordu.
-Several guys were hanging around in front of the bar.
- Man
- Man
- associate
- Birbirleriyle ilişkilendirmek, aralarında ilişki kurmak
Which of these phrases do you associate with the pictures?.
- associate
- {f} ilişkilendir
Biz politikacıları iki yüzlülük ile ilişkilendirmek eğilimindeyiz.
-We tend to associate politicians with hypocrisy.
Biz özgürlük dediğimizde onu Lincoln ile ilişkilendiriyoruz.
-When we say liberty, we associate it with Lincoln.
- associate
- ile görüşmek
- associate
- benzetir
- best buddy
- en iyi dostum
- bosom buddy
- koynunda dostum
- bro
- (Brother) Bir hitap kelimesi olarak, "kardeş", "dostum", "arkadaşım", "kanka"
- dude
- Kanka
- dude
- adamın
- dude
- giyimine aşırı düşkün erkek
- dude
- Amerikalıların günlük konuşma dilinde birbirlerine hitap etmek için kullandıkları kelime
- friend
- arkadaşı
- friend
- arkadaşın
- fuck buddy
- seks arkadaşı
- guy
- halatla tutturmak
- guy
- acayip kılıklı tip
- guy
- germe halatı
- guy
- gemi direklerini yerlerinde saptayan halat
- guy
- korkuluk
- guy
- halat/adam
- guy
- gergi teli
- guy
- taklit et
- guy
- i., k.dili. adam
- guy
- acayip kıIıklı adam
- guy
- germe kablosu
- guy
- bağlamak
- guy
- gergi halatı
- guy
- çıkarılan veya indirilen yükü yerinde tutan halat
- guy
- herifin
- huggy buddy
- Huggy dostum
- individual
- ayrık
- individual
- tek kişilik
- individual
- s. tek, yalnız, ayrı, başlı başına; hususiyeti olan; ferdi, bireyseli. fert, birey, kimse, şahıs; tane
- kid
- kid
- man
- adama
- man
- adamm
- man
- dostum
- Cell Buddy
- Cell Buddy : Internetten Cep telefonlarına kısa mesaj gönderin
- associate
- dost
- associate
- yakıştırmak
- associate
- {s} arkadaş olan
- associate
- {f} ortak olmak
- associate
- {f} ile görüşmek, ile ilişkide bulunmak
- associate
- ikinci derece statüsü olan
- associate
- çağrıştırmak
- associate
- üye
- associate
- serik olmak
- associate
- ilişkilendirilmiş, ilişkilendirmek
- associate
- ortak çıkar ve ilişkileri olan
- associate
- serik
- associate
- {f} işbirliği yapmak
O Bill ile işbirliği yapmak istemiyor.
-She doesn't like to associate with Bill.
- associate
- {f} benzetmek
İlgili Terimler
buddy teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı
- boy
- Uzunluk
- Boy
- (Osmanlı Dönemi) TUL
- Boy
- KLAN
- Boy
- anar
- Boy
- kamet
- Boy
- kabile
- DUDE
- (Osmanlı Dönemi) Kurtcağız, küçük solucan, böcek
- Son
- nihayet
Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.
-Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.
Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi.
-Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı.
- boy
- Destan: "Boy boyladı, soy soyladı."- Dede Korkut
- boy
- Yol, ırmak, deniz kıyısı: "Sınır boylarındaki şeyhlerin göğsünde İngiliz ve Alman nişanları yan yana idi."- F. R. Atay
- boy
- Kumaş için ölçü
- boy
- Uzaklık: "Günde üç boy şehrin öbür ucuna gider, gelir."- H. Taner
- boy
- Bir şeyin tabanı ile en yüksek noktası arasındaki uzaklık
- boy
- Bir şeyin tabanı ile en yüksek noktası arasındaki uzaklık: "Boyu uzundu, yalnız biraz fazla semizdi."- Ö. Seyfettin
- boy
- Dede Korkut kitabında destan, hikaye anlamında kullanılan sözcük
- boy
- Zerdüştiler'de sunulan tütsü
- boy
- Afrika ve Asya ülkelerinde genç yerli hzimetçilere ingilizlerin verdiği ad
- boy
- Uzaklık
- boy
- Ortak bir atadan türediklerine, birbirleriyle kan akrabalığı bulunduğuna inanarak evlenmeyen, toplumsal ve ekonomik ilişkilerini anaerkil, ataerkil anlayışı uygulayan geleneksel topluluk, kabile, klan: "Türk boyları birbirlerini kardeş tanıyorlar."- O. S. Orhon
- boy
- Destan
- boy
- Yol, ırmak, deniz kıyısı
- boy
- Bir yüzeyde, en sayılan iki kenar arasındaki uzaklık, en karşıtı
- guy
- Müslümanlara karşı savaşlarda krallığını kaybeden Kudüs Haçlı kralı(1187)
İlgili Terimler
buddy teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı
- A partner for a particular activity
Örnek Cümle:
drinking buddies.
- A friend or casual acquaintance
Örnek Cümle:
They have been buddies since they were in school.
- An informal and friendly address to a stranger; a friendly placeholder name for a person one does not know
Örnek Cümle:
Hey, buddy, I think you dropped this.
- To assign a buddy, or partner
- a close friend who accompanies his buddies in their activities
- A buddy is a close friend, usually a male friend of a man. We became great buddies. = pal
- friend, pal; guy, fellow (Slang) {i}
- An informal address to a stranger; a placeholder name for a person one does not know
- bud
- puchito
- buddy store
- An external fuel tank that is loaded on the bomb rack on military aircraft
- buddy system
- The practice of working or travelling together with at least one other person, especially when undertaking something potentially risky or hazardous
Use the buddy system so that you can look after each other on the trip.
- buddy systems
- plural form of buddy system
- buddy up
- To form small teams, especially pairs, to reduce the likelihood of an individual suffering harm without being noticed or because of the nature of the task to be accomplished
- Buddy Holly
- a US pop singer, guitar player, and songwriter who, with his band The Crickets, helped to make rock 'n' roll music popular in the 1950s. His songs include That'll be the Day and Peggy Sue. He was killed in a plane crash (1936-59). orig. Charles Hardin Holley born Sept. 7, 1936, Lubbock, Texas, U.S. died Feb. 3, 1959, near Clear Lake, Iowa U.S. singer and songwriter. He played in country music bands while in high school. Later switching to rock and roll (see rock music), Holly and his band, the Crickets, had hits in 1957 with songs such as "That'll Be the Day," "Peggy Sue," and "Oh, Boy!" Holly died at age 22 in a plane crash, along with the singers Richie Valens (b. 1941) and The Big Bopper (Jape Richardson, b. 1930). He left behind many recordings that were released posthumously, and he soon attained legendary stature; he was part of the first group inducted into the Rock and Roll Hall of Fame
- Buddy Rich
- orig. Bernard Rich born June 30/Sept. 30, 1917, Brooklyn, N.Y., U.S. died April 2, 1987, Los Angeles, Calif. U.S. bandleader and drummer. Rich was a child-prodigy vaudeville performer known as "Baby Traps, the Drum Wonder." He played with several of the great swing bands, notably those of Artie Shaw (1939) and Tommy Dorsey (1939-42, 1944-46), before forming his own big band. In small ensembles, he worked with many of the greatest jazz musicians in concerts and recordings during the 1950s. The clarity and speed of his drumming made him legendary
- buddy buddy
- {s} very friendly; showing outward friendship; associated for conniving purposes
- buddy list
- a place on a computer where you keep a list of the names of people that you regularly send instant messages to
- buddy stores
- Aircraft fuel tanks designed to transfer fuel from the host plane to another plane, such as a fighter, during flight
- buddy system
- a cooperative practice of pairing two or more people together for mutual assistance or safety (especially in recreational swimming)
- buddy system
- An arrangement in which persons are paired, as for mutual safety or assistance. a system in which two people in a group are put together to help each other or keep each other safe
- buddy-buddy
- be buddy-buddy (with sb) to be very friendly with someone
- buddy-buddy
- (used informally) associated on close terms; "a close friend"; "the bartender was chummy with the regular customers"; "the two were thick as thieves for months"
- bus buddy
- A person (either employed or volunteer) who helps aged or disabled people to use public transport
- Associate
- An associate's degree
- Friend
- Brand name of a spring-loaded camming device now manufactured by Wild Country. Now used (often without initial capital) to refer to any such device
See.
- Guy
- A male given name
He looked like an innocent child, smiling, wide-eyed, his cheeks plump and rosy, defying the object of his insults to take offence. For they were insults, Guy was in no doubt about that. Leonora's brother was implying that his name was far too upper-class for i Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.